Social Icons

19 Haziran 2012 Salı

Ölümün Hangi Rengi?


Ölümün Dört Rengi'ni okudunuz mu?
Sevgili Dücane Cündioğlu'nun enteresan tespitlerle ördüğü, kelimeleri irdelediği ve renklerin yakalarında manalar aradığı nefis kitabıdır Ölümün Dört Rengi.

Arka kapakta şu ifadeler yer alıyor:

"Ufka dikin gözlerinizi, bakın, ustamız Hızır bizi bekliyor, iki denizin birleştiği yerde... günahların tam da ortasında... O hâlde, Yusuf gibi, dünyaya sırt çevirelim de varsın gömleğimiz arkadan yırtılsın! Kıyamet günü Münker'le Nekir'e gösteririz, 'tek hayırlı amelimiz bu!' deriz; 'Biz dünyayı değil, sadece onu sevdik! Sakın zahire bakıp aldanmayın, yüzümüzün karalığı sevgiliye ihanetten değil, balçık deryası içindeki hayâline bir ömür boyu secde etmekten...'"

Üstad buyuruyor:

"Ölüm ikiye ayrılır: İstek dışı olanı: 'mevt-i tabiî' (doğal ölüm). Bir de isteğimize, kendi tercihimize bağlı olan bir ölüm türü var: 'mevt-î iradî'

'Ölmeden önce ölünüz' hadîsinin sırrından neşet eder bu mânâ!

Ölün, ama biyolojik ölümünüzden önce ve kendi iradenizle. Kendi arzu ve isteğinizle. Nitekim bu ölümün 'mevt-i ihtiyarî' adını alması da bu yüzden.

Niçin ihtiyarî?

'İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar' da onun için. Bir an evvel gaflet uykusundan uyanmak için. Gaflet uykusundan, yani yaşıyormuş gibi görünmekten..."


Ölüm bizi bize götürüyor. İster mevt-i tabiî olsun mevt-i iradî. İtildiğimiz aynalarda biz varız.
Olmazsa olmaz yüzleşme.
Yoldur ölüm, dur durak bilmez.

Buharî, Hz. Musa'nın ölümü ile ilgili olarak şunları rivayet ediyor: "Ölüm meleği geldiğinde, Musa (a.s) onun yüzüne dikkatle baktı. Canını almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardı. Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru eyledi.

Allah Teala, o hali üzerinden kaldırarak, tekrar Musa'ya gönderdi: "Söyle, sayılı olmak şartıyla istediği kadar yaşasın". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm şimdi gelsin" niyazında bulundu. Sonra Allah Teala'dan, kendisini bir taş atımı Beyti Makdis'e yaklaştırmasını, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi.

Ebu Hureyre (r.a) şöyle diyor: "Rasulullah (s.a.s): "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım, onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim" buyurdu".

Sonrası yine ölüm ölümün.

Ölüm hangi renkle gelirse gelsin sondur.
Beyaz bir huzurla gelsin ölüm. Yeşil yumuşaklıkla. Mavi bir huzurla. Elimizden tutsun.
Niçin?
Çünkü biz renklerin tılsımına inanırız.

Ancak şu sorular bir yanımızda çırpınıp durmakta değil mi?

Ölümün kaç rengi var?
Kime renk verir ölüm?
Mesela;
Urfa'da, cezaevinde yanarak ölenlerin rengi siyah mıdır?
Ya Dağlarca'da boynunu büken genç fidanlar hangi renkle kucaklamaktadırlar ölümü?
Bir babanın kollarında ölüme gülen çocuk;
Anneye konan gözyaşı kurusu;
Çocuğun annesiz gözleri;
Sırtta ölüm...

Hangi renge şarkı söylemektedir ölüm?

Beyaz?
Kırmızı?
Siyah?
...

Ölüm gelir ve alır götürür.
Ardında bıraktığı renk ne mavidir ne sarı ne beyaz.
Koskocaman bir siyahtır yüreklere akseden renk.
Çünkü hüzün, çıkmaz siyahtır toprağa vuran ellerde.

Koyu hüzün, siyah ölüm ve acı...
Ve sonsuz bir tını.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
 
Blogger Templates