Social Icons

18 Mart 2011 Cuma

Çayı Koyu Demleyin Şeyhim Çayı Çok Sever

- hasan erkan’a muhabbetlerimle…

Efendi Hazretleri

Yağmura bakıp “rahmet” dedi Efendi Hazretleri. “Elhamdülillah.”

İhvan, gözleri huzur, “elhamdülillah” dedi.

Efendi Hazretleri hasta yatağında yatan müridine eğildi, hal hatır sordu. Müridin kalbi duracaktı. Ne hastalık kaldı bedeninde ne sayrılık. Efendisi gelmiş, ziyaret ediyordu. Mutluluktan uçuyordu. Kimden duymuştu acaba? Sonra mahcup oldu düşüncesinden. Efendi Hazretleriydi. Bilirdi. Kalbi tekrar duracak gibi oldu. Efendisinin mübarek elleri alnında idi. Gök yerde idi. Her yer derya deniz idi. Yağmur duasına eşlik ediyordu efendisinin. Cama vuran her damla “amin” diyordu. Mürid, Allah’a nasıl hamd edeceğini bilemiyordu. Allah diyordu da başka kelam çıkmıyordu hızla inip kalkan sadrından. Allah, Allah, Allah…

Yağmur şimdi “Allah” diyerek yağıyordu. Efendisi “Allah” diyordu. Gül goncası “Allah”…

Şifa dileyerek kalktı Efendi Hazretleri. Mürid, rahatlamış fakat Efendisinin gitmesinden müteessir idi. Sanki Efendisiyle güneş de gitmiş, gece olmuştu. Yağmur gitmiş, Kerbela olmuştu. Esenlik gitmiş, darlık olmuştu. Sustu. “Allah” dedi. Uzaklardan eşlik etti Efendisi: “Allah”…

Boşluktan çıkar gibi oldu ihvan. Yüzlerine kan geldi, bereket geldi. Efendi hazretlerinin bal tadındaki çayı, muhabbet tohumları ekti. Yürekleri her yudumda genişledi. Yürekleri her yudumda serinledi. Musa A.S’ın duasıydı sanki başları üzerinde gezinen. "Rabbim!
Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır…”

Genç müridlerden birisi muştu taşıyan bir sesle koştu odaya: “Efendi Hazretleri geliyor.”

Bal tadındaki çayla ne yapacağını şaşırdı ihvan. Ellerinde çaylar, ayağa fırladılar. Efendi Hazretleri mübarek başları rahmetle hafiften ıslanmış, odaya girdi. Herkesin gözlerinin içi güldü. Huzur geldi. Sükun geldi. Ayağa kalkanlardan birinin dürtüklemesi ile Kerem kendine geldi. Efendisi ile göz göze geldi. Kerem’e utanç geldi. Sıkıntı geldi. Kerem, içinden geçenlerin Efendisinin bildiğini bildi. Yerin dibine girdi. Koştu, bir yerlerde yazmasa da hep var olan “edeb ya hu!”yu umursamadan Efendisinin ellerine kapandı. Yüzüne sürdü. Öptü. Kokladı.

Efendi Hazretleri buğday tarlalarından, eleğimsağmalardan, zümrüt ormanlardan, Adem’den, topraktan, bozulmamıştan, aslını kaybetmemişten, berrak yıldızlardan bal tadında sohbete gark etti Erenleri. Kerem’i aşka gark etti. Kerem bir yana düştü, Hürrem bir yana düştü. Kerem ta gönülden bir “ah” etti. Efendi hazretleri işitti. Dua etti.

Hürrem

Yağmurun esrarındaki sır gibi baktı Hürrem. Sülüs vav çerçevenin altında idi. Saydam bir kalp idi vav. Hürrem, saydam bir elmas idi. İçi darlandı. Yağmurdan değildi mutlak darlığı. Elindeki iğne oyası işlemeyi özenle kanepenin üzerine koydu. Süleyman huzurunda Belkıs gibi eteklerini topladı, terliklerini giydi.

Camda yağmur sesi vardı. Toprakta yağmur kokusu vardı. Yağmurda yâr kokusu vardı. Yola bakan odaya girdiğinde sol göğsüne çarpan acı vardı. Parmaklarında en kırılgan bir tel saç vardı. Tül perdesi sıkı sıkıya kapalı pencerenin önünde hercai menekşeler vardı, kasımpatılar vardı, topkadifeler vardı. Dışarıda bahar vardı. Baharla hemhal yağmur vardı. Camda yağmurun bıraktığı çizikler vardı. Hepsinden öte, her şeyden öte köşebaşında yağmurdan sırılsıklam Kerem vardı.

Karamsar bulutlar dağıldı Hürrem tebessüm edince. Yağmur daha bir iştiyakla yağdı. Gece idi. Rüya idi. Elindeki bir kitaptı. Bir türlü açılamayan bir kitaptı. Korkuydu. Meraktı. Kitap, bir nar çiçeğiydi. Kokusu hasretti. Kırlangıç fırtınasıydı. Beyaz giysileri içerisinde, beyaz sakallı, beyaz elleri olan olan birisi çıkageldi kitabın ciltleri arasından. Ardında müridleri. Efendi hazretleri diyor da başka bir şey demiyorlardı ışılayan gözleriyle. Bir elma çiçeği düştü yere. Ayrılık acısı düştü. Mütebessim Efendi Hazretleri ılık bir rüzgarla gitti. Bal tadı bırakarak gitti. Müridleri peşinden gitti. Sarardıkça açıldı kitap. Ayrılıktı. Hürrem, nar çiçeği kitabı, elma çiçeği parmaklarıyla açtı. Harfler, kelimeler, satırlar, sayfalar her biri, hepsi Kerem’di. Kerem suskun. Kerem sevdalı. Kerem, uzun ince bir yolun her yönü idi. Gece idi. Rüya idi. Rüya Kerem idi. Tıpkı şu köşedeki gibi duruyordu. Yağmurdu. Bahardı. Yürekler ihtilaldi. Ezan vakti idi. Ah idi. Ayrılıktı.

Yağmur, son bir damla daha düştü cama.

Uzaklardan bir ezan sesi düştü. Kerem, ezan sesiyle yollara düştü. Hürrem’e hüzün düştü. Hüzne ümid düştü. Hayra yordu hepsini. Ellerine amin düştü.

Kerem

Yağmur, gülağacının henüz patlak veren tomurcuklarına düştü. Leyla’nın sevdasına düştü. Yağmur yârin kıvrım saçlarına, saçlarından yol bularak omuzlarına, omuzlarından taa yüreğine düştü. Bir bardak çaya düştü. Çayı tutan ele düştü. Şeyhin duaya açılan ellerine düştü. Yağmur, şairin de yüreğine düştü, kalemine düştü. Yağmur olarak hepsine düştü. Yağmur bir toprağa düşmedi.

Yağmur yağdı, tekerleme sustu. Yağmur yağdı söz bitti. Yağmur altında bir şair, tükendi. Yağmur yolları yıkadı, çatıları, arabaları, kirli kalpleri. Yağmur çocukları yıkadı. Kedileri yıkadı yağmur. Anaların yüreğine de bakıp geçti yağmur. Aşık analarının gönlüne daha bir düştü.

Islak sokaklar. Elektrik direği, birkaç kayısı ağacı, poşetler, kirli çöp tenekeleri, sandalye, salkım söğüdün narin dalları, sapsarı yapraklar, kalem, kaldırımlar. Kaldırımlarda dilinde mısraları olan bir aşık, Kerem.

Kerem, seğirtti; Mecnun sokağından Siham-ı Kaza sokağına geçti. Kerem, aşık adımlarla seğirtti Hüsn ü Aşk caddesinden Malihülya çıkmazına daldı. Kerem yürümedi, ayakları gitti. Ayakları gitmedi aşk götürdü. Elektrik direğine iğreti tutturulmuş levhanın altında kalakaldı Kerem: ‘Heşt Behişt’

Ellerini açtı semaya, üç damla yağmur düştü. Hamd ile yüzünü sıvazladı. Avuçları ummandı. Avuçlarına bakakaldı Kerem. Avuçlarında Şeyh’i vardı. Şeyhi dua ediyor, ihvana esenlik diliyordu. Sokak ortasında, direk altında kalakaldı Kerem. Duaya amin diye eşlik etti kirli bir serçe. Kerem amin dedi. Son damla amin dedi. Şeyhinden utandı Kerem. Perdenin köşesinden kendisini izleyenden utandı. Perde amin der gibi sallanarak kapandı. Bir daha çırpındı yüreği Kerem’in. Kerem’in yüreğine bir kor ateş daha düştü. Amin.

Çok uzaklardan düşen bir ezanla irkildi Kerem. Yer yer göleklenmiş kaldırımlardan atladı, tıkanmış logarlarla göle dönmüş caddeleri aştı. Sanırsınız dağlara vurdu kendini. Ardından sadece perdenin köşesindeki Hürrem baktı. Kerem bildi bunu. Pencerenin camından yağmur süzüldü. Hürrem’in gözleri süzüldü. Kerem bunu da bildi. Bir of diyebildi. Of’u sanki dağlar bildi. Son bulutlarla dağlar ardında kayboldu yağmur. Kerem Lalezar sokağından kayboldu. Hürrem perdenin gerisinde kayboldu.

Şehir gerindi. Zaman, harekesiz bir Elifti. Kufi bir Ye yol verdi. Kapı açıldı. Şeyhin dergahına varıp yüz vurdu Kerem. Kan kırmızı çay geldi. Ballı çay geldi. Kerem’e Efendinin kendi elleriyle hazırladığı çay sunuldu. Kerem ıslaktı. Kerem, rahmet doluydu. Islak elleriyle tuttuğu çay bardağını ağzına götürdü. Ağzına sürdü. Dudakları ısındı. Efendinin kokusu geldi burnuna. Çayı kokladı bal kokuyordu. Bir yudum daha aldı. Efendisi gözüne ilişir oldu. O değildi. Gözü doldu, gözü kaydı. Bahçeye takıldı gözleri. Ağaçlar çiçeği bitirmiş, meyveye durmuş. Çiçekler açmış, arılar dolaşıyor. Bal kokusu geliyor. Bir büyük elma ağacının altında uzanıyor. Hürrem’e bir köle gibi başını uzatıyor…

Kerem yavaşça uzandığı yerden doğruldu. Birden kendine geldi. Herkes ayağa kalkmış ona bakıyordu. Kendine geldi. Kendine geldi ama Efendi daha önce gelmişti. Doğruldu, ayağa kalktı. Biraz ihtiyarcalar söylendi. Biraz gençler bakıştılar. Edeb ya hu. Kerem aldırmadı. Kerem, Hürrem’den gelir gibi koştu Efendisine. Elini tuttu. Dudaklarına götürdü. Yüzüne sürdü. Tuttuğu elleri bırakmadı. Kapandı ellere. Fazlasına müsaade etmedi Efendi Hazretleri.

Mekan, asıl kokusuna bürünmüştü Efendinin gelmesiyle. Efendinin gelmesi bahardı. Yağmur gibi bir şeydi Efendinin gelmesi. Güneşli yağmur gibi bir şey.

Kerem yerine oturdu. Efendisine baktı, durdu. Efendisi bal gibi gözleriyle ona baktı.

Kerem, bardağı ağzına götürürken Efendisini izledi. Çay damağında yer etti. Efendisinin sevdiği işi yapmaktan zevk duydu. Bir yudum daha içti çaydan. Bahar gibi geldi yıllarına. Çay içtikçe ferahladı. Gün boyu günaha batmış ağzı aklaştı.

“Sen ne söyleyecektin” dedi Efendisi Kerem’e.

“Efendim” dedi, elini öptü.

“Derdin ne” Kerem dedi Efendisi tekrar, “dersini yaptın mı?”

“Efendim” dedi Kerem, “ben acıyı yeni öğrendim, en son yağmurlu bir bahar karşılaştım kendimle. Benim derdim, yağmur, bahar…” dedi yutkundu. “ya tahammül ya sefer” dedi sustu. “Gözlerini gördüm unuttum derdi de dermânı da Efendim” dedi, boynunu büktü.

“Bu yüzden dersimi yapamadım efendim. Ben bu okulda okuyamam, hakkınızı helal ediniz efendim.”

Efendisi uzun uzun baktı Kerem’in ardından. İhvan, o güne kadar Efendilerini hiç o kadar mütebessim görmemişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
 
Blogger Templates