Kabul, kitabın albenili romantik bir ismi var.
Ve benim de şehir kitaplarına dair zafiyetim… Özellikle bu şehir Kayseri ise…
Ayrıca bir hakkı daha teslim etmek gerekirse kitabın kapak kompozisyonu oldukça başarılı. Kendisine çekiyor. Bizim mahallenin kitap kapak tasarımcılarına duyurulur.
Hasılı bir çok haslet bir araya gelirse kitabın okumadan geçilemeyecek bir çekim alanı var demektir.
Eser, “Gerçek Sevgi, Dostluk ve Dini Hoşgörü Öyküleri” alt başlığı ve 1981 Abdi İpekçi Dostluk Ve Barış Ödülü sahibi olarak sunuluyor.
Önsöz, içten ve durduğu noktanın farkında birisinin kaleminden şu şekilde dökülüyor satırlara:
“Elinizde tuttuğunuz kitap bir roman değildir. Böyle bir iddiası yoktur. Sadece yaşadığım bazı sahnelerin canlandırılması; 11 – 12 yaşlarına ilişkin anıların derlenmesi; (ki Kayseri ve Zincirdere ile alakalı zaman dilimi bu, tabi yazarımızın 65 yıl sonra 1988’de Kayseri’ye, ve köyüne birkaç günlüğüne yaptığı ziyareti saymazsak) gençlik çağı, orta yaş ve sonrasıyla ilgili anekdotlar…
Sadece yazılmış olmak için yazılmıştır…
Kimi hikayeler komik, esprili; kimileri dramatik ve hüzünlü; bir kısmı da sanırım biraz didaktik. Açıkçası ders alınsın diye anlattıklarım da oldu…”
Böyle buyuruyor Üstad Kostas Emilios Tsolakidis (1911 – 1997) Eserin kendi içerisinde mutlaka kayda değer satırları vardır. Mesela mübadele sonrası adı tanıdık ve fakat kendisi yabancı bir memleketin, Yunanistan’ın, özellikle Atina ve Pire’nin düçar kaldığı durumlar; Keza Yunanistan’ın Almanlar tarafından 2. dünya Savaşı sırasında işgali ve yine dramatik bir şekilde yaşanan savaş sahneleri… Mutlaka “hatırat” türünün elverdiği ölçüde önemlidir meraklısı açısından. Ama açıkça söylemek gerekirse benim ilgimi daha çok 1923’lü (1914 – 1923) yıllardaki Kayseri – Zincirdere’de yaşananlar çekiyor. Türklerle Rumların ortak değerler ve komşuluk ilişkileri, İlk kez Elia Kazan’da rastladığım ve bu eserde de aynen vaki olan “Kendini 'Anadolulu' olarak tanımlamak” yaklaşımı, mekana dair satır aralarına serpiştirilen anekdotlar, yer altı mağaraları, iki katlı Rum evlerine karşın tek katlı Türk evleri, mekanların Rumca karşılıkları vs…
Hatırat’ın elverdiği ölçüde bunları ve daha fazlasını bulmak mümkün bir eser “Belki Bir Gün Dönerim”
Kitap’tan yapacağımız alıntıya geçmeden önce okur kısmının olmazsa olmazlarından “Arka Kapak”ta yazanlara şöyle bir bakmakta yarar var:
“Kostas Emilios Tsolakidis, Lozan Antlaşması hükümleri gereğince gerçekleştirilen Mübadele’nin “kurban”larından sadece biri. Kayseri’nin Zincirdere köyünden koparılıp, annesi ve anneannesiyle birlikte adı tanıdık ama kendisi yabancı bir ülkeye, Yunanistan’a göçe zorlanan bir mübadil... Bundan dolayı, doğduğu topraklara ve sevdiği insanlara duyduğu özlemi büyüterek yaşamış ömrü boyunca. Hayatının son demlerinde de, yaşadıklarını kâğıda dökmüş.
İşte bu kitapta, öncelikle 1914-1922 yılları arasında yaşanan trajik olaylara yer veriyor K. Tsolakidis. Mübadele döneminde Türk halkının onlara nasıl dostça davrandığından, yılların emeğiyle edindikleri servetlerini nasıl çift tabanlı tavalarla Yunanistan’a geçirdiklerinden, geride bıraktıkları topraklarının ve evlerinin kısa sürede nasıl bir harabeye dönüştürüldüğünden bahsediyor. Ayrıca, günlük hayatın çekişmelerinin, yersiz hasetlerin ve iletişimsizliğin bir insanın hayatını nasıl karartabileceğini gözler önüne seriyor tanıklık ettiği olaylarla.
Anadolu ruhuna sahip bir kişinin tatlı ama iğneleyici üslubuyla, çocukluğuna ve gençliğine dair zaman zaman ciddi, zaman zaman edepsiz, zaman zaman da eğlendirici hikâyeler anlatıyor. Göçü yaşayan son Mikrasyalılardan biri olarak, sözcüklerle Mikrasya’nın resmini çiziyor.
Kapadokya’nın güzelliklerini görmüş, İkinci Dünya Savaşı’na katılmış, Mübadele’ye ve faşizm felaketine bizzat tanıklık etmiş K. Tsolakidis bütün yaşadıklarını, kendisinin de söylediği gibi, “yarı şaka yarı ciddi” bir dille anlatıyor bu kitapta. Bir hayattan yola çıkarak, yaşanan tüm acılara ortak olmak ve barışa bir mum yakmak adına... “ (Arka Kapak)
Kitap’tan:
Kayseri’nin Zincirdere köyündeyiz. Nüfusun beşte dördü Rum, beşte biri Türk burada. Aşağı yukarı yüz aile kadar olan Türkler çiftçilik yapıyorlar; iyi ve saf insanlar. Tipik Kapadokyalı Rumlar ise dört yüz aile kadarlar ve Strabon’a (Meraklısına Not: Strabon’un penceresinden Kayseri’ye “Seyahatnamelerde Kayseri - ERAVŞAR, Osman - KTO Y adlı esere bakabilirsiniz - k.ç.) göre “Her zaman büyük ağızlılar”; erkekler Mısır, Suriye, Rusya ve başka memleketlere göçmen olarak gitmişler. Ya tüccarlar ya da sarraf; ama genellikle zenginler…
Kayseri, ticaret merkezidir. Onasis, Bodosakis, Sinyosoğlu, Simenonoğlu, Çömlekçoğlu.. ve daha başka birçok sayısız “oğlu” işadamının memleketidir. Açıkgöz insanlardır bunlar…
Kapadokya Kız Yüksek Okulu orada bulunduğu için köy öğretmenden geçilmez. 4000 metre yüksekliğindeki (3917 Mt. aslında - k.ç.) dorukları bütün kış karlı (Yine aslında her zaman karlı - k.ç) Argeos Dağı’nın (Erciyes – k.ç.) zengin sularından beslenen Brezilya yeşiliyse, yaz aylarında zengin Kayserililerin burayı sayfiye yeri olarak seçmesine sebebp olur. (Sy. 144)
… / …
Kayseri’nin Flaviana (Zincirdere – k.ç.) köyüne götürüyorum şimdi sizi. Tarih 20 Aralık 1920. Noel tatilindeyiz. Dokuz yaşındayım. Yaklaşık 1200 metre yükseklikte bir dağ köyü burası. Ağır kış koşulları hakim; ısı eksi 20 derecelere kadar düşüyor. Köyün çeşmeleri yine buz tutmuş. Bazı evlerde kar suyu içiliyor. Okullar kapalı; yollar ve dar sokaklar da. Çarşıda hemen hemen hiçbir kepenk kaldırılmıyor. Aralık ayı için ender rastlanan bir durum değil bu. Girişlerdeki kışlık bölüm haricinde evlerin hepsi buzdolabı gibi. Hepsi de büyük, iki katlı evler. Rumların evlerini kastediyorum. Türk evlerinin hepsi tek katlı. Çünkü bu insanlar çiftçi; hayvanları, özellikle de inekleri var… (Sy. 199)
… / …
Eylül başlarında bu köyde, şenliklerle “ceviz hasadı” olurdu.
Suyu çok seven bir ağaçtır ceviz ve hep dağlarda yetişir.Büyüyüp serpilmesi için gerekli şartlar dağlarda mevcuttur çünkü. Kocaman geniş yapraklı ve yemyeşildirler; çevreleri gölgelik olur. Mandragoras ağacıyla kuzendirler. Gölgelerinde uyuyakalırsan, geç uyanırsın, zar zor kalkarsın…
Dediğim gibi, bunlar büyük ağaçlardır ve görünüşleri baş döndürücüdür.
Köyün merkezinde üç yüz senelik bir ceviz ağacı vardı; yaşlı, çok yaşlı ama verimliydi. Dönem dönem çeşitli aşılar yapıldığı için bol meyve verirdi…
Bu ağaç anneannemin mülküydü ve çok büyüktü.
Genelde hasat, maymun dediğimiz özel silkeleyicilerin uzun ve sağlam bir değnekle ağaca tırmanıp, ağacın en dalına tünemeleri ve oradan gelişigüzel sağa sola vurmalarıyla başlardı. Cevizler, aşağıya düşerken beraberinde diğer cevizleri de indirirdi ve böylece dolu yağıyormuş gibi olurdu. Sonra mola verilir ve cevizler kadınlar tarafından toplanıp çuvallara doldurulurdu. Sonra, haydi yeni baştan!...
…
Evet. Kitabı ilginç kılan nedir sorusu sorulabilir şimdi? Öyle ya bir sürü kitap yayınlanıyor ve fakat bu kitap, hem de bir Rum’un yazdığı bir kitap tanıtılıyor, niçin?
Ezcümle demek gerekirse “aynı mekanı paylaşan ve komşu olan” iki milletin esasında bir potada nasıl eriyip yek vücut olduğuna, birbirlerinden koparılıp nasıl düşman kılındıklarına, (Buraya Ermenileri, Arapları veya gündem teşkil ettiği için zikretmekte fayda var Kürtleri ve diğer komşularımızı da ekleyebilirsiniz) ortak değerlere sırt çevrilince neler olduğuna dair yaşanmış tecrübeleri barındırıyor olması sanırım ilgimizi çekmek için yeter de artar sebeplerdir efendim.
Bir de başta demiştim ya:
Ve benim de şehir kitaplarına dair zafiyetim var… Özellikle bu şehir Kayseri ise…
Kitabın Künyesi:
Belki Bir Gün Dönerim
Yazar : Kostas E. Tsolakidis
Yayınevi : Literatür Yayıncılık
Basım Yılı : Ağustos 2007
Sayfa Sayısı : 543
Dili : Türkçe
Çevirmen : Berrin Myisli
13 Mayıs 2011 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder