Koyu yalan sahte gündem çadırını kurmuş zihinleri işgal ediyor. Her bir ademoğlunda benzer maddelerden görmek mümkün. Kimisi şehirlerin imarı ve iskânı ile nefes alıp veriyor kimisi üretimin artırılması, borsanın durumu, cari açık vs. ile sözcükleri diziyor, cümleleri satıyor, kafaları meşgul ediyor. Daha başka meseleleri yok değil biz insanların. Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok deyip geçmeden bir kaçını zikredebiliriz: Dizilerdeki olaylar ve karakterlerle özdeşleşme, giyim kuşam, eğitime dair bütün sınavlar, kaynana ve gelin meselesi, şike, transferler, terör, bilmem ne sanatçısının ölümü… Bu ve benzeri meselelerin ne kadarı bizim meselemiz? Bu ve benzeri meseleleri çözünce ne elde edeceğiz? Mesela çocuğumuz en iyi okullarda okuyunca bir Müslüman duyarlılığına sahip olabilecek mi? Elimizin eriştiği hangi mesele bizi nereye ulaştıracak?
“İşin içinde bir hile var:” diyor İsmet Özel, “Önce insanları genişleyen bir ihtiyaç çemberi içine atıyorlar, sonra da bu ihtiyaçların tatmin yollarını zorlaştırıyorlar. Böylece insanlar kendilerine zorluk diye gösterilen engellerle cedelleşmeye girişiyor. Bu cedel içinde de “ben niçin bana gösterilen tatmin vasıtalarını elde etmeye çalışıyorum?” sorusunu sormaya zaman ve takati kendinde bulamıyor. İşte sanat ve tefekkür insanoğluna (günümüz şartları içindeki insanoğluna) temel soruları sormaya imkan tanıdığı için önemlidir. Günlük meseleler, yaşanan olaylar zinciri içinde dönüp durmak, tuzaktan kurtulmak imkânını kendi ayağıyla tepmek anlamına gelir.” (Zor Zamanda Konuşmak Sy. 67)
Gündelik meseleler ve onların çözümlerine olan ilgimiz ancak temel meseleler ve o temel meselelerin çözümüne ilişkin düşüncelerimizle anlam kazanır. Sımsıkı kapalı gözlerimi açıp temel meselelerin üzerine eğilmedikçe günlük sunuların, basit hesapların, tavşana bakların esiri oluruz. Sun’i meseleler meseleleri çoğaltır. Tıpkı bir virüs gibi çoğalır, yayılır. Uydurma gündemin dillerdirilmesi hem yaşatılması anlamına gelir hem bizi temel meseleden biraz daha uzaklaştırır.
Gündem sunumları ile yaşamaya o kadar alışığız ki neredeyse hepimizin okuryazar olması, bir diplomaya sahipliğimiz, kitabi bilgimiz ve dedikodu kültürümüz, hemen ulaşabildiğimiz bilgiye geçmeyen hükmümüz ve bilmediğimizin yokluğu temel meselemizden uzakta bocaladığımız kuyuya karşı kör ve sağır kılmış bizi.
Şöyle bir Hadis-i Şerif’i az çok hepimiz duymuşuzdur: Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab: - Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.
Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir" buyurdular.
Temel meseleler yerine koyduklarımız üzerine yorduğumuz kafa, harcadığımız vakit, tükettiğimiz ömür bizi hangi noktaya getirir? Hangimiz daha müflisiz?
25 Temmuz 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder