Bu fakir, postacı yolu gözleyerek büyüdü... Mektup beklemenin heyecanını, kavuşmanın huzurunu, yazılanları hissetmenin sıcaklığını ezber haline getirdi.
Sonra birden büyüdük.
Yakamızdan tuttular ve kalemlerimizi kırıp kağıtlarımızı yırttılar modernite adına. Üniversitede öğrenciliğimiz sırasında jetonlu telefonlar revaç oldu. Bozuk ankesörler fısıltı halinde yayılır, anında önünde birikirdi gençlik... Telefon konuşması beleş bile olsa vermiyordu mektubun lezzetini...
Geçelim...
İki şey mühim yara bırakır bende.
Birincisi, Erzincan karlar altında, askeri birlikte acemi bir askerin mektubunun kar, çamur umursanmadan suratına fırlatılması ve akabinde mektubun berbat olup okunamaması...
İkincisi edebiyatçılar arasında var olan dostlukların satırlar (mektuplar) vasıtası ile okurlara yeterince aksettirilememesi...
Bence mühimdir bu...
Şimdi?
Mektup bir ölüdür.
16 Ocak 2012 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder