Eskiden terceme-i hâl veya çokluk Terâcim-i ahvâl olarak kullanılan bu tabir biyografi karşılığıdır. Asıl hal tercümesi bir şahsın hayatının bir başkası tarafından yazılmasıdır. Bu husus vücuda getirilirken yazanın anlattığı şahsa yaklaşımına göre mahiyet ve değer kazanır. Bunun yanı sıra bizzat kendi hal tercümesini (mesela Necip Fazıl’ın Kafa kağıdı) yazanlar da edebiyat tarihine önemli katkılar getirmişlerdir. Günümüzde “hatırat” olarak yaşayan genelde budur.
Otobiyografinin biyografiyle büyük miktarda birleşen yanı vardır. Her ikisi de gerçekten yaşayan (ya da yaşamış) insanların hayatlarını konu edinmektedir. Ancak şu büyük farkla ki, biyografide bir insanın hayatının bir başkası tarafından, otobiyografide ise, o hayatın bizzat onu yaşayan tarafından anlatılması söz konusudur. Öncelikle biyografinin temelinde bilinmeyen, yaşanmayan bir şeyi araştırma durumu vardı. Otobiyografide ise, bizzat yaşanan bir hayat ve onun hatırlanması söz konusudur.
Aslında otobiyografi, temelindeki hatırlama dolayısıyla, hatıra türüne daha çok yaklaşır. Bununla birlikte onu tamamıyla hatıra olarak görmemiz de mümkün değildir. Çünkü hatırada esas olan yazarın çevresindeki olaylar ve insanlar, otobiyografide ise bizzat yazarın kendisi vardır. Otobiyografi hatırlamanın yanı sıra, günü gününe kaleme alınan yaşantı ve gözlemlere de dayanabilir. Günlük’ü ise otobiyografiden ayıran en önemli husus, yazarın kendisi için tutma, yayınlama amacı taşımama veya en azından işin başında böyle bir amaçla kaleme almama zikredilebilir….
Otobiyografi gerek başlangıcı, gerek gelişimi ve örnekleriyle bir Batı Edebiyatı ürünüdür. Tıpkı roman gibi. Biyografi, hatıra, günlük gibi türlere edebiyatımızda rastlanırken otobiyografiye çok istisnai durumların dışında rastlanmaz. Batı’da, bugünkü anlamıyla bir otobiyografi’nin kökü ve olgun örneği için IV. yy.’a kadar gidebilmek mümkün. Mesela bir Hristiyan azizi olan Augustine’in “İtiraflar” adlı otobiyografisi buna bir örnek teşkil edebilir. Bizde ise bu türün gelişmemesinin kendi içerisinde bazı sebepleri sıralanabilir. Birinci etken olarak otobiyografinin olmazsa olmazı “ben”le başlayan ifadelerdir. Yani otobiyografiyi birinci şahıs konuşur. Oysa bizde mesela “fakir-i pür taksir, bendeniz, biz” li ifadeler yer alır. Bu gerek kul ile yaratıcı arasındaki haddini bilme, gerekse “adem” olmanın ve tevazu libası giymenin bir uzantısı olabilir.
Otobiyografi konusunda edebiyatımızda ilk akla gelebilecek eserler – hatıra olarak bilinmekle birlikte - olarak şunlar zikredilebilir: Bâbür Şah (1483 – 1530)’ın Vekâyi’i, Timur’un ara sıra kendisinden ama genellikle yol gösterici olarak söz ettiği Melfuzât-ı Timûri’si, Şah Tahmasb I (1514 – 1576)’ın Tezkere-i Şah Tahmasb’ı, II. Abdülhamid’in Hatırat-ı Sultan Abdülhamid Han-ı Sâni’si…
Tanzimat’tan sonra bir çok yeni tür edebiyatımızda boy gösterirken otobiyografiler de bu cereyandan nasibini alır. Özellikle devlet adamlarının ve ihtilalcilerin hatıralarında patlama olur: Reşid Paşa’nın Hatıraları, Süleyman Paşa – Hiss-i İnkılab, A. Fuad Türkgeldi – Görüp İşittiklerim, Celal Bayar – Ben de Yazdım…
Edebiyatçıların hatıraları içerisinde ise en meşhurları olarak: Üstad-ı A’zam Abdülhak Hamid’in Hayat ve Hatıratı, Ziya Paşa – Defter-i Amalim, Muallim Naci – Ömerin Çocukluğu, Ahmet Mithat Efendi – Menfa, Ahmet Rasim – Gecelerim, Halid Ziya – Kırk Yıl, Falih Rıfkı Atay – Zeytindağı…
Biyografiye örnek olabilecek bazı eserleri ve satır başlarını şu şekilde zikredebiliriz:
Defterimde 40 Suret / Beşir Ayvazoğlu
Eskiler, insan için alem-i sugra, yani küçük alem derlermiş, ne kadar doğru. Bana sorarsanız, her insan ayrı bir aleme açılan bir kapı; o kapıdan içeri girdikten sonra, labirentlerinde kaybolmak işten bile değil, Freud'ların mroydların başlarına gelen nedir? Sıradan zannettiğimiz insanların bile uçsuz bucaksız iç dünyaları varsa, bilim, sanat ve hareket adamlarının dünyalarının büyüklüğünü varın siz hesap edin. Doğru söylüyorum, onları derinliğine anlamaya çalışmak, galaksiler arası yolculuğa çıkmak gibi bir şey olmalı. Ben mi? Ben sadece kapıları korka korka aralayıp "hoşça bak"tım, gözlerim kamaştı
Kudemanın Kırk Atlısı / İskender Pala
Bu kitapta atalarımızın seçkinlerinden kırk kişinin zamanından kesitler bulacaksınız. Devlet adamı, şair, mutasavvıf vb. kimlikleri taşıyan bu kırk insanın hayatında bizler için ibret sahneleri saklı. Her bir makalede, tarihin derinliklerine inerek kültür iksirlerinin değişik lezzetlerini tada tada kitabın sonuna gelen bir okuyucu, sanırız ki kırkıncı kapının sihirli anahtarını da elde etmiş olacaktır. Çünki orada, öz kimliğimizle yeniden uyanmanın hikayesi başlar.
Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım / Hüseyin Kazım Kadri
II. Meşrutiyet devrinin önemli siyaset ve fikir adamlarından Hüseyin Kazım Kadri (1870-1934) bir Osmanlı bürokrat ailesinde yetişti. Dostları arasında Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Fatin Gökmen gibi dönemin değişik fikir akımlarına mensup kişiler vardı. İttihat ve Terakki'nin kuruluşunda bulunmuş, valilik, mebusluk, nazırlık, gazetecilik yapmış; İstanbul - Ankara ilişkilerinde merkezi roller üstlenmiş; Büyük Türk Lugatı, 10 Temmuz İnkılabı ve Netayici, Yirminci Asırda İslamiyet, Ziya Gökalp'ın Tenkidi başta olmak üzere dil, siyaset, din, fikir tarihi konularında vazgeçilmez eserler kaleme almış bir eski zaman efendisi.
Dini meselelerde modernist, siyaset ve müesseseler konusunda muhafazakar bir tavır sergileyen Hüseyin Kazım'ın hatıraları II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet'in kuruluş yıllarının siyasi ve fikri tartışmaları, mücadeleleri için yeni bilgiler ve farklı yorumlar ihtiva eden önemli bir kaynak. Siyasi ve idari hayatının İstanbul, Trabzon, Selanik, Halep, Beyrut gibi Osmanlı coğrafyasının değişik merkezlerinde geçmiş olması hatıralarının değerini daha da artırıyor.
Osmanlı Padişahlarının Hayat Hikayeleri / Yılmaz Öztuna
Bu kitap, ne bir Osmanlı tarihi, ne padişahların biyografisidir. Rastgele seçtiğim 12 Osmanlı padişahının hayatından çizgilerdir. İlk baskıda karışık olan bu 12 hükümdarı bu baskıda kronolojik sıraya dizdim: ilk ele aldığım Yıldırım Bayezid'den (1389-1402) son ele aldığım İkinci Mahmüd'a (1808-1839) kadar...
Son Osmanlılar Osmanlı Hanedanının Sürgün ve Miras Öyküsü / Murat Bardakçı
36'sı erkek, 48'i kadın ve 60'ı çocuk, 144 kişiydiler... Osmanlı hanedanı, bu 144 kişiden ibaretti... 1924 Mart'ında, hepsi Türkiye dışına çıkartıldı...
Ellerine ikişer bin İngiliz lirası ve bir yıllık "dönüşü olmayan" pasaport verildi. Mal varlıkları tasfiye edildi... Türkiye'ye girmeleri ve transit geçmeleri yasaklandı... Artık ne vatanları, ne de gelirleri vardı... Macera dolu bir sürgün yaşadılar... Geçinebilmek için, her türlü işte çalıştılar... Kimisi mezar bekçiliği yaptı, kimisi kapı kapı dolaşıp sabun sattı... Yabancı zindanlarda can verenleri oldu... Kimisi de başka hanedanların mensuplarıyla evlenip yeniden asalet ünvanı aldı... Sürgün, hanedanın kadın mensupları için 28, erkekleri için 50 yıl devam etti. 1974'te, ailenin tümünün Türkiye'ye dönebilmesine izin verildi. Bir kısmı döndü, bir kısmı yıllardır yaşadığı ülkelerde kaldı. Gazeteci Murat Bardakçı'nın, şimdi dünyanın hemen her tarafına dağılmış olan Osmanlı hanedanı mensuplarıyla görüşerek hazırladığı bu kitap, Ortadoğu'ya ve Avrupa'nın bir bölümüne yüzlerce yıl boyunca hükmetmiş bir aileden bugüne kalanların öyküsünü anlatıyor... Konusundaki ilk ve tek eser olan bu kitap, bir yerde, Osmanlılar'ın tarih sahnesinden çekilmelerinden sonraki tarihi..”
Yazı, her zaman mazi limanından günümüze ambarından hazineler taşır. Modern zamanların koşuşturmacası, içimizde yaşanan ve belki de yarım kalan neler varsa onların üstlerini alabildiğine hızlı bir şekilde ve kalın zift tabakaları ile kapatıyor. Yazı, içe dönüştür bir nev’i. Yarınlara illa edebi yönü ihtiva etmesi gerekmeyen hatıralar bırakabiliriz; unutulmaz şahsiyetleri günışığı ile daha fazla hemhal edebiliriz. Her şeyi başkalarında beklemek yerine işin küçük de olsa ucundan tutuvermek ne de güzeldir.
11 Mayıs 2014 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder