Nâm u nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan
Düşdi çemende berk-i dıraht i‘tibârdan
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Her yâneden ayağına altun akup gelür
Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûybârdan
Sahn-ı çemende durma salınsun sabâ ile
Âzâdedür nihâl bugün berk ü bârdan
Bâkî çemende haylî perîşân imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rûzgârdan
Bâki
Bahar mevsiminden eser kalmadı; ağaç yaprağı bahçede itibardan düştü, dalından kopup yere serildi.
(İlkbahardan hiçbir iz, işaret kalmamıştır. Mevsim sonbahardır, dahası sonbaharın en şiddetli zamanı hüküm sürmektedir. Ağaçların yaprakları tamamen düşmüştür. Kış ha geldi ha gelecek. Dört yön ölüm.
Bir başka anlam bakımından beyit, gençlik yıllarının geride kaldığına ve ömrün sonlarına gelindiğine işaret ediyor. Bu sebeple gençlikte en çok zevk alınan şeylerden (coşkulardan, heyecanlar) hiç bir iz ve işaret kalmamıştır. Bir yaşlının gözüyle bakıyor kainata, vakti geçmiş bir ihtiyari ölüm gözleyen yolcu... Yaşandı ve bitti, geldi ve geçti. Şimdi hazan.)
Bahçedeki ağaçlar, dervişler gibi tecrîd hırkasını giydiler; yani yapraklanın döktüler. Hazan rüzgân çınardan el aldı, yani ona intisap etti. (Onun ele benzeyen yapraklarını yerlere döktü).
( Bağın ağaçları, soyunma/soyutlanma hırkasına girdiler. Sonbahar rüzgârı, çimende çınardan el aldı. Her yanda çınarlar, kocaman eli çağrıştıran yapraklar çimene uzanıyor, el veriyor. İki yaran, iki yolcu şimdi geçmişe bakmaktadır. Uzak, çok uzak geçmiş.
İnsan, ömrünün sonbaharına gelmiştir. Onu hayata bağlayan şeyler azalmıştır. Gençlik ve diriliğinden eser kalmamıştır. Eyvallah.)
Her taraftan ayaklarına altınlar (kızıl ve san yapraklar) akıp geldiği hâlde, ağaçlar, hâlâ dereden himmet umarlar.
(Her yanda rüzgar. Her rüzgarın elinde sararan yapraklar. Her yaprakta ölüme büürünmüş bent beniz. Sarı yapraklar akıp gelmiştir. Ağaçların altı, su kenarı bu sarı yapraklarla dolmuştur. Rüzgar bütün kuytulara sokmuştur yaprakları. Irmağın üzeri yapraklarla renklenmiştir. Ağaçlar utangaç ağaçlar çırıl çıplak.. Şaşalı günler gitmiş bir acuze kalmıştır meydanda.
İnsan yaşlanmıştır. Sonbaharını yaşamaktadırlar. Hep birilerinin yardımına muhtaçtırlar.)
Fidan, bugün yaprağından ve meyvesinden kurtulmuştur; artık durmadan bahçenin ortasında sabah rüzgânyla salınıp yürüsün.
(Ah. Yürüyebilse, ah... Saçını başını yolan rüzgarla fidan bir derviş, bir semazen edasıyla salınıp durur, savrulur durur. Çimende durma. Yaprak ve meyveden âzâde olan fidan, bugün sabah rüzgârıyla salınsın.
Durmasın da nereye gitsin. Prangalarla bağlı bir mahpus, rüzgarla sertleşen kış, bembeyaz dağlar... Takat mı kalır ki salınıp yürüsün. Ensede ölüm...)
Ey Bakî! Bahçede yapraklar bir hayli perişan olmuş, savrulup duruyor. Herhalde, onların da rüzgârdan şikâyetleri var.
(Bâkî! Yaprak, çimende hayli perişan imiş. (Öyle ki) rüzgârdan bir şikâyeti var (gibi görünüyor).”
Öyle mi dersin, Sadece yaprak mı şikayette ey Baki... Baki olan dışında nedir ki baki? Zaman dallar, yapraklar arasından tenimize değiyor, saçlarımızı savuruyor, biraz daha beyazlıyor saçlarımız rüzgarla, biraz daha çizgiler artıyor yüzümüzde. Rüzgar zamana zaman rüzgara sırdaş. Sırt sırta vermiş iki hasımla hangi hısım mücadele edebilir ki?
Senin gibi dilde şikayet ey Baki... Elden gelen.)
8 Eylül 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder