Ben ve siyaset, pek yan yana gelmeyiz. Bu derin geçmişe dayalı bir muhabbetin kırılgan dokularla hasar yaşaması değil bizzat birbirimizden uzaklığımıza dairdir. Sevmeyiz birbirimizi. Sanırım bunda bir hikmet vardır.
Ben ve siyasiler, pek yan yana gelmeyiz. Bunun sebebi siyasilerin menfaat ve makam için deli divane oluşları, bir çırpıda adam harcamaları veya kast sistemindeki mevkileri sebebiyledir şeklinde bir cümle kuramam çünkü bunların hiç birini ne yaşamışlığım ne şahidliğim vardır. Bir gazete haberi kadar olsun birlikteliğimiz yoktur siyasilerle. Karpuz, peynir için serdiğimiz gazetenin muhbirliği dışında. O da kirli bir ilişkiden ziyade nimete saygı olarak algılana.
Ben ve seçimler de pek yan yana gelmeyiz. Herkesin işi ayrı, yolu ayrı prensibiyle arkamızı döner ve alabildiğine uzaklaşırız birbirimizden. Mutluluğumuza diyecek yoktur doğrusu.
Bunları ifşa ederken siyasallaşma özelliğimin olmadığından bahsetmiyorum, bilesiniz. Kamumuz ister istemez siyasallaşmanın elbisesi ile dolaşıyoruz renkler arasında. Kimimiz sathî kimimiz derûnî... Hâl böyle iken seçim sath-ı mailine girmiş güzel ülkemin tam da "siyaset ateşi" ile yükselmiş nabzına değmeden baharı afişlere asacak değildim. Kim, nedir, neredir, vay canına, ah vefa tarzında cümleler sahte çiçeklerle rüzgara verilmeden vaziyet-ı umumiye hakkında "sayılı günler" tespitimi yutarak beklemeyi yakışıklı buluyorum.
Beni hayrete düşüren bazı dostlarımın "aday adayı" ünvanları ile yüz yüze gelmektir. Ve sonra bazıları için "aday" etiketi. Ne zaman siyasete soyundu gençlik derken aynalar "haddini bil" ile çınlıyor kulağımda. Ansızın gelen yaz yağmurları gibi düşüyor siyaset saçlarıma.
Bunda bir iş var... Siyasetin davetkâr edasına kanmak ve "siyasi" kimlikle anılmak, ekranda gördüğümüz kimselerde olduğu kadar "dostlarımız" arasında da rağbet gören bir tercih imiş.
Mutlak buna da alışacağım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder