Uzaklar sırdır. Müphem libası vardır ve Ahmet Haşim'in renkleri kendisine en yakışan renklerdir.
Bilinmezlik zırhı vardır sır ile yoğrulmuş sözde.
Efsanelerle örülür sırlar. Birle beş yer değiştirir, yerle gök kavuşur birbirine.
Rivayetler sırdır ki heyecan pompalar damarlara...
Bir zamanlar şiirler de sır idi. Şairleri gibi. O şiir etrafında türetilirdi hikayeler. Her şiire, her şaire, her okura bir hikaye düşerdi bundan.
Herkesin bir Monna Rozası vardı; Fahriye Ablası vardı; O Belde'ye gidilird; her derenin kenarına Sakarya diye varılırdı...
Eskiden şairler uzaktı. Bilinmezse de anlatılırdı. Uzak dağın sisi çok olurdu.
Ne kadar İsmet Özel rivayeti vardı, bilir misiniz? Bir gün İsmet Özel diye başlayan cümleler. Sezai Karakoç dendi mi sımsıkı kapatırdı gerçek kapılarını. Muazzez Akkaya bilinsin ister miydi koca şair? Meraklı burunlar, sır avcıları sosyal paylaşımlar altında sırlarını pazara döküyorlar şairlerin.
Zarifoğlu erken giden trende kuş olup yerini aldığından hakkında "anlatı" geleneği sürüyor. Güzel adamın güzel yanlarından birisi bu.
Başka?
Şimdi bilinirlik elbisesi herkesin üzerinde. Sır yok. Hikâye yok. Efsane hiç yok... Net denilen bir ayna gerçeğe gerçekler katarak parmağını gözümüze sokuyor. Şairimiz ne yer ne içer, yazarımız nasıl yazar, kimi bilir, ne tarafına yatar, ne kadar fotografa konu olmuştur...
Hayalimizdeki şair ile gerçekte yüz yüze geldiğimiz şair karşısında hayal kırıklığına uğramıyoruz artık. Çok net artık. Her şey...
Sırla güzel olan bir çok şey gibi bu dünya da net belasından yakasını kurtaramıyor.
Bize "Sır" gerek.
22 Haziran 2011 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder