1 Haziran 2012 Cuma
Ölülerin resmi yok
30 Mart 1910’da İstanbul’da, bir yalıda dünyaya gelen Ziya Osman Saba, geçirdiği mutlu çocukluk yıllarının ardından, daha sekiz yaşında iken, annesini, sonrasında kardeşini kaybederek ölümün acı yüzüyle tanışmış, 1920’de anneannesini de kaybetmesinin ardından Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak verilmiş. Çocuk Ziya Osman “Hissiyâtım” başlıklı kara kaplı bir deftere akıtıyor annesizliğin hüznünü. Annesizlik hangi şairin bam teline dokunur da kan damlamaz kaleminden?
Bu deftere ilişkin kendisinin söyledikleri dışında, günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Tıpkı benim 15'li yaşlarda bir soba başında soğuk bir bakış, sızlayan bir kırıklık ile yaktığım defterin işte bu satırlardan başka bahsi olmadığı gibi. Ve asla ve kat'a bir göze, bir ele değmediği gibi. Zamanın arka sokaklarında berhava oluşu gibi.
Yazık mı?
Hayır.
Edebiyatçılar boşa mı yakıyorlar en mahrem defterlerini?
Sanmıyorum.
"Bu fotoğrafhanelerde hiç ölülerin resmi yok..." diyecek bir şairin hayata dayadığı merdiven daha ilk basamaklarında iken kırılıvermiş.
Heyhat. Kader. Derimizden alıyor çizgilerini.
Sonra zeka, sonra gayret ve sonra acı, buhran, hasret ve hafakan sırtımızdaki heybeye eşlik ediyor.
Sebil ve Güvercinler şairi Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi'ne buyur ediyor bizi. Orada bize aşk, bize vefa, bize bizi sunuyor. Vitrinde mutlu insanlar, vitrine bakan bütün hüzünlerimizle biz.
"Sanki bütün bu mağazalar bütün bu insanlara saadet satıyorlar"
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder