Nasıl?
Eyyam-ı Buhur (Bahur da dendiği vakîdir) içre efendim.
Küresel ısınmadan iklim değişikliğine dair uzun mahreçli konuşmaların gölgesinden başımı kaldırıp Erciyes'e baktıkça "Erciyes'te kar kalmadı" serlevhasını ne kadar yinelediğimi hatırlamaya çalışıyorum.
Kayseri yanar yaz gelince.
Yaz, Kayseri'ye yakarak gelir.
Kayseri yaza yanarak varır.
Ağustos başı güneş altında kalmak demek yanmak demektir. Ot yanar, taş yanar, su yanar, gök yanar, dil yanar... Güneş altında kalmak demek geceye sığınan serinliği özlemek demektir. Çünkü gün ve gece, iki fıtratta kardeştir Kayseri'de. Çölün muadil iklimine ses verir Kayseri. Gündüz yanar gece donar. Gündüzle gece arasındaki ısı farkı bilmeyene kocaman bir şaka, emsalsiz bir sürprizdir.
Kayseri'de ağustos, yaklaştırılan güneşin elbiselerinden birisini giyinmektir.
Ve karsız Erciyes'e bakıp tütsülenmek.
Ağustos başı "Yanar" günleridir de şu ses devamlı çınlar kulaklarımızda: "Yanar günlerine kadar sıcak olursa arkasından gelen kışın da o derecede soğuk olacağına" inanılır...
Doğru mudur?
Yaz içre kış rüyası görmeden nasipse kışta içelim bu sözün hakikatını.
Her temmuz böyle olur, her ağustosa böyle çıkarım. Kaynar bir kazan konur göğsümün üstüne. Başımda kızgın güğümler. Taşın, toprağın yalımına değip gelen rüzgar çarpıverir nefesime. Kaldırımlar, caddeler, çatısız damlar, tıka basa parklar, gölgesiz meydanlar, sıcağa sıcak katan camlar...
Tenimde bir ceviz gölgesi hayali...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder