Tarih kitapları şöyle yazıyor:
"3 Mart 1924'te halifelik makamı kaldırıldı. 431 Sayılı "Hilafetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmani'nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki haricine çıkartılmasına dair" yasa kabul edildi. Halife ve tüm Osmanlı hanedanı mensuplarının da yurt dışına çıkartılmasına karar verildi. Karar İstanbul'da derhal uygulamaya konuldu. Dolmabahçe Sarayı etrafında tertibat alan İstanbul Valiliği durumu Halife Abdülmecid'e tebliğ etti ve sabaha karşı halife ve ailesi Çatalca'ya götürülerek trenle İsviçre'ye gönderildi. Hanedanın diğer mensupları da yurt dışına çıkarıldı."
Soğuk, hissiyatsız, mekanik bir metin. Oldu ve bitti der gibi. Edilgenlik üzerine kurulan ve kuru bilgiden öteye geçmeyen ifadeler. Resmi evrak soğukluğunda ve ciddiyetinde.
Tarihi biraz da benimseyemediğimiz, içselleştiremediğimiz için film seyrediyor gibi bir edaya kapılıp "Bitti" yazısı ile sahneyi terk ediyoruz. Oysa tarihin her harfinde bir can, her kelimesinde bir kan, her vurgusunda bir hakikat var. Bir düğümün etimize oturan sıkılığı ile duruyor tarih. Yüz yüze gelmek, diz dize oturup hemhâl olmak ve hesaplaşmak için tarih uzletinde bizi bekliyor. Sımsıkı yumduğumuz gözlerimiz, tarihin, inadına karanlığa gömdüğümüz yüzünü görmemize mani oluyor.
Vatansız bir Suriyeli, kapının önüne konan borçlu, babaevinden kovuluş, bir başka şehre göç, ekmeksiz geçen akşam, zillet, iflas, hastalık... Her biri koca lügatlere sığmayacak kadar hassas konular. Her şey gelir insanın başına. Her insan gibi yaşarsın, her insan gibi çekersin çileni.
Halife dahi olsan.
Korkunun büyüttüğü
Meçhul topluyor yakasını vefanın
"Bu ülkede yaşayamazsın"
Toprağın yok artık
Evin, yuvan
Varlığın bize gam
Varlığın bize tehdit
Halife sükutu ile
Gidiyor tarih.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder