“Dostlara…”
Dost akşamlarla selamlıyorum seni…
Seni taze bir kar olarak basıyorum bağrıma.
Kardeşim.
Kardeşim dedikçe bütün kardeşlerim geliyorsa kafile kafile düş ve hakikat, üst ve alt, içeri ve dışarı, doğu ve batı eksenine, bu, senin marifetindir; böyle biline. Böyle bilinsin ki senle daha özgür bir dünyaya gül suyundan harç sunan sevda berkitilmiş sineler yaşayıp da dile getirilemeyen susulup da gözde sımsıkı tutulan sırların ifşasını anarak goncaya selam, yağmura dua diye bakmaktadır…
Seninle düşler sokağında bir hatırayı anar gibi selamlar sunuyorum bütün yaşanmışlıklar içre… Hani çokça oturup gölgesinde “illa edeb, illa edeb”lerle taçlandırdığımız şiirler sunardık da Şems-i Tebrizi’ye, gölgelerle olsun Mevlana’ya uzanmak isterdi vefanın kuş tüyü, bunu bilir, şahid olur ve sırtımızda gölgeler, yani sevda ayetleri gülistandan yüklenip bir solukta Mevlana’ya ulaştırırdık… Mevlana, serinlik ve selamlarla dualardı bizi. Serinler ve sana da selam olsun ey büyük aşık der, heybemizle taşınırdık gurbet yalnızlıklarımıza.
Ne çok ziyarete giderdik dost kelimelerle yürek ülkelerine… Bir ağıt duysak “Telgrafın tellerini kurşunlamalı” der ve sözü makamından alır, fethe çıkardık. Taşlar dahi bağrımız olmasın için ihtiram bulurdu bizden, gazellerle kulakları çınlatılırdık. Yüzüne bakarak susardık acıyan yerlerimizin, Monna Rosa geçiverince içimizden. Başını bağlayıp, başında kapkara sevdalarla, sevda sürgünleri peşimizde, efkar kokan mekanlara çekilirdik. Tenha sözler kadar yalnızdık. Yani sözsüz ve alabildiğine kavak yellerine esir...
Özsuyudur içip durduğumuz vefa üzre Kadim Dost…
Bizken gülüşler kınından sıyrılır, İbrahimi bir akşam buyur ederdi ak tesellileri.
Mağribin mağlupları olan bizleri ayaklarımız kadar yorulan dillerimizle berkitilmiş dua kılar, uzak ve yakın tek sevda üzre yemin üstüne yemin içerdik. Allah derdik de yokuşa akardı sular. Nil ve Tuna kadar mümbit Doğu’nun yedinci oğlu ile Dicle kenarında aşk sayhaları salardık avazeye.
Allah bizimleydi dostum.
Sağlam ve sadık, sert ve berk yetim güzelliğinde haberler sunardık görünene, görünmeyene; bilinene, bilinmeyene… Dağ aşıran mütevekkil tebessümlerden içre hemhal, yabanıl kaprislerden uzak haberler… Zarif kıvrımlarla sunardık haberleri, beyaz, bembeyaz, sütbeyaz… Bir abdest okunurdu uzun uzun. Bir kamet akardı serin serin. Bir namaz olunurdu sımsıkı. Saf kılana hamd edilir muştu uçurana dua dilenirdi.
Kardeşim.
Sabaha bir adım kala uyanmak mukadder olsun, varsın…
Büyümek ve ayrılık yazılsın sağ yanımıza, n’ola…
Kaypak bir çamur olan mayamızın aşk kılıp vefa ördüğü, dost kılıp sırtımızı dayandığımız dehlizlerinden geçtik. Dünya ne yana dönerse usta, biz tersine dönelim… Ola ki denize düşeriz şiirle yaşanan bir maziye rast geliriz.
Ayrılık iklimlerinden hasret limanlarına sığınarak kendime bir mısra seçtim.
Su göğsünden bir mısra da sana. Baktım kalanlar mahzun ve me’yus… Bir yârdan düşüp derinlere sır olan inci bilip uğur verdim, ardından bakmadım. Serin ve derin bir sırrın ensesinde yirmi yılı aşkın bir muhabbet, kadim dost bildim, dostluğuna şahit oldum…
Dünya sürgünlerinin nihayetinde, mahşer içre
Havzın sahibine tazim ve hürmet ile
Yüreklerimizde korkuları gideren Allah’a hamd ü sena üzre
Seni Allah için seven ve Allah için dost bilen kardeşlerine gökler ve kuşlar şahid olsun ki incitmeyen bir sırdaşa vefa namlı bir emanetim vardır…
O’na emanet…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder