Özellikle edebiyatta "Edebiyat, İctimai ve Siyasi Hayat ilişkisi" önemli başlıklardan birisidir ve buradan açılan kapı ile edebi eserlerin tahlil ve tetkiki için harika bir zemin oluşur. Çünkü edebiyat, sokağımızdan çay içişimize, şehrin mimarisinden mesai saatlerine, icraata konduğu dönemin musikisinden nüfusun eğlence anlayışına kadar hemen her alanda nefeslenir, hüküm sürer, yargıda bulunur, söze karışır.
Yaklaşık 17 aydır korona ile imtihan oluyoruz. İçimiz dışımız konuyla ilgili istatistiklerle doldu. Burnumuzu örtmeyen maskelerden, el temizliğinin ne kadar nemli olduğuna varıncaya kadar her biri işin ehli olan hocalardan çok şey duyduk, çok şey konuştuk. Hayatımız maske, mesafe ve temizlik kelimeleri ile ifade ediliyor artık. Maskesiz sokağa çıktığımızda suç işliyormuşuz gibi hissediyoruz. Çıplak olduğumuzu düşünüyoruz. Kabahatler kanununa muhalefet ediyormuş gibi tuhaf oluyoruz. Ya bizde maske var ve otobüste, pazarda, sokakta maskesiz biri ile karşılaşırsak hastalığın bütün vebalini ona yüklüyor ve ihanetin bedelini ödetmeye çalışıyoruz.
Hayatımıza böylesi giren maskenin sanatta yer almaması mümkün mü? İzlediğimiz bir kareden hemen salgın öncesi veya salgın sonrası ayrımını zihnimiz kendiliğinden yapıyor. Velespit kadar maske ile de metinlerde karşılaşacağız. Bu kaçınılmaz. 2. Dünya Savaşı'nın Huzur romanında yer alması, Araba Sevdası'nda faytonların bulunması, Küçük Ağa'da bahsedilen mevzuun Milli Mücadele olması nasıl mümkünse bugün oluşturulan sanat eserlerinin bir yerinde de maske aslanlar gibi yerini alacak.
Maskenin seccade ile ortaklığı kendiliğinden gelişen bir olay oldu. Camilere "maskesiz girilmez" serlevhasının yanında bir de tek kullanımlık seccadeler neşvünema buldu ki harikaydı. İlk günlerin hızı kesilince yani tek kullanımlık seccadeler ortadan kalkınca cami cemaati koltuğunun altına sıkıştırdığı seccadesi ile görünmeye başladı. Evden seccade taşımayı sadece cami bahçesinde teravih kıldığımız zamanlarda veya cuma namazını içeride kılamayacağımız durumlarda alışkanlık haline getirirdik. Şimdi -bu da biraz gevşedi ya- her namaz vakti için camiye giderken koltuk altımızda seccade ile camiye giriyor, halıların üzerine ve "sosyal mesafeye uygun" seccadelerimizi serip imam efendinin "ey cemaat safları sık tutun" hitabına muhatap olmadan namazlarımızı ifa ediyoruz. Bunlar bir şekilde eserlerde yerini alacak. Belki bir hikaye şu şekilde başlayacak:
"Ezan bitmeden arabasının bagajından aldığı seccade ile camiye koştu. Seccadenin üzerinde yavrusunun kokusu vardı daha..."
Ya da
"Ey maskesiz vicdanlar göğe bakın..."
Veya
"Bayrağı evet bayrağı
Bir tohumda büyüyen bayrağı
Gürül gürül büyüyen saçlarımızla
Aşk gönderine asalım..."
.../...
Ve elbet ve her daim bayrak yanımızda, yöremizde, yüreğimizde bulunacak. 15 Temmuz sarsıntısı, bayrağı kapıp meydanlara dalmanın ve yüreği ortaya koymanın ne güzel olduğunu hatırlattı bize. Zaten bayrağa uzak bir toplum değildik ama özellikle o kara günden sonra daha bir yakınımıza aldık, daha bir yakınına sokulduk.
Allah başımızdan eksik etmesin.
Yaşamak çok sarmallı bir yol. Yaşa ki göresin. Ne gördüm ne duydum ne bildim değil... Kim bilir daha neler yaşayacağız.
Allah encamımızı hayr eylesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder