Evet.
Ve günler yürümeye başladı.
Hayır, hayır koşuyor günler. Hatta uçuyor.
Sanki çok uzun bir trenin, haydi Mustafa Kutlu hikayelerinden kaçmış bir tren olsun, bilmem kaçıncı vagonunda iken girilen bir tünel sonucu kaç vagon geriye fırlatılıyor, ne oluyoruz demeden bir salvo daha yiyor, ben, şey efendim şurada diyemiyor, bir tünel daha, bir salvo daha neredeyse trenin son vagonuna atılıyoruz.
Eylül böyle geçti.
Turgut Uyar'ın dediği gibi ekim de böyle geçmeye namzet.
Peki ben hazır mıyım?
Ne münasebet!..
Daha çay içmedik. Karpuzu hiç deme istersen.
...
Oturduğum yerden kafamı yavaşça sola çeviriyorum. Gördüğün manzara müthiş. Cevizin yaprakları bir şenliğe koşar gibi sonbahar renkleriyle çimene hücum ediyor.
Eşcâr-ı bâg hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Dur baba aceleye ne var? Daha yağmurlar başlamadı, rüzgarlar, eylül...
...
Yazar efendi sen de ne çok konuşuyorsun ayol!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder