Çünkü yerde Ahmet Haşim renkleri.
Sarı, sararan, kararan, kırık dökük renkleriyle orta refüjlerden, parklardan, rüzgarla sokağın köşesine yığılan yapraklardan değil havadaki kokusundan, seneler önce diktiğim onlarca ağaçtan başıma düşen kocaman yapraklarından, genzime dolan güz ve hasret türkülerinden ve elbet yağmurdan anlıyorum sonbaharı.
Yok öyle değil,
sonbahar değil,
güz değil belki hazin bir hazan
takvimlerden hızla geçen gördüğümüz heyula.
Kesin bir maske ile örtünüyor takvimler.
Kesin bir acı kelime dişleri arasında.
Kesin bir yalnızlık.
Yalnız bir ölüm.
Şehre düşse de kalbimiz.
Bâkî mısralarıyla sesleniyor sonbahar.
Modernizmin kucağında bile bir sessiz güz türküsünü duyabiliyoruz yüksek katlı dairelerimizin sıkıca kapalı pencerelerinden, store perdeleri ardından.
İçimizdeki kasvetle duvar oluyoruz dünyaya.
Oysa dünya, gökyüzüne egemen değil.
Haydi göğe bak.
Ve bil.
Diyor.
Yağmur, kirlenen algımıza bakarak:
Sonbaharla uyanmak da erdemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder